18 Haziran 2012 Pazartesi

Afrika Mangosu İle Kilo Verme

kAfrika Mangosu nedir?▼ Nisan(22)Afrika mangosu kullanıcı yorumlarıAfrika Mangosu KullanımıAfrika mangosunun yan etkileri var mı?Afrika mangosunu nereden alabiliriz?Afrika mangosu meyvesiAfrican mango enerji kaynağıAfrican mango nerede bulunur?African mango - afrika mangosu ne işe yarar?Dr. Mehmet Öz Afrika MangosuAfrika Mangosu İle Kilo VermeAfrika Mangosu nedir?Afrika mangosu içeriğiAfrika mangosunun yararlarıAfrika mangosu hakkındaEn etkili diyetŞok Diyet (3 gün diyeti)Acil zayıflamaAcil zayıflamak istiyorumAfrika mangosu ile zayıflamaAfrika mangosu hapıSelülitŞişmanlık Virüsü

Yağ yakıcı meyve

african mango / dikkaBu egzotik meyvenin adı "Afrika mangosu". Kilo vermek isteyenler tarafından gün geçtikce daha büyük popülerlik kazanmaktadır.

Bilim adamlarına göre, bu yağ yakıcının keşfi milyarlık diyet endüstrisinin tahtını sallamaktadır. Afrika Mango Özünün (sihirli hap olarak kabul gördü) fazla kilolarla mücadelede çok etkili ve ucuz bir araç olduğu ortaya çıktı. 28 günlük diyet boyunca bu sihirli özü tüketilen denekler aynı diyeti uygulamış olan ama mango almayanlara göre daha fazla kilo kaybetmişler. Bu inanılmaz bir sonuç, kilo vermede afrika mangosu kullanımının bir başlangıcı oldu.

Bilim adamlarına göre, Afrika mango, sadece fazla kilolardan kurtulmaya yardımcı ürün değil, genel olarak sağlık üzerinde de olumlu etki göstermektedir.

Afrika mangosunun diğer mangolardan farkı nedir? Son yıllarda büyük üne kavuşmasına rağmen bu meyve aslında yüzyıllar boyunca diyete yardımcı bir unsur olarak Afrika Kamerun'da kullanılır. Kamerun batı kıyılarındaki ormanlar bu parlak meyvenin anavatanıdır. Afrika mangosu veya bir başka ismi ile çalı mangosunun diğer mangolardan farkı Kamerun halkı tarafından "Dikka fındık" denilen orijinal tohumlarıdır.

Irvingia Gabonensis adı verilen ağacın bu tohumlarını Kamerun halkı eskilerden beri obezite tedavisinde, kan şekerinin düzenlenmesinde, kolesterol düşürmede, hatta bazı enfeksiyöz hastalıkların tedavisi gibi çeşitli tıbbi uygulamalarda kullanmaktadırlar.Tarih:Salı, Mayıs 29, 2012

Afrika Mangosu Nedir ? Nasıl Kullanılır?

Afrika mangosu nedir?Afrika Mangosu tropikal yağmur ormanlarında yetişen bir tür doğal meyvedir. İçinde bolca vitamin gruplarını bulundurur. Çok yönlü etki sağlayan bir özelliğe sahiptir. Vücut direncini arttıran vitaminlere sahip olduğundan çok kullanışlıdır. Bir çok kimyager ve bilim adamı tarafından incelenmiş ve kusursuz bir şekilde hap haline getirilmiştir. Aynı zamanda yapılan incelemeler sayesinde zayıflama, basen bölgelerindeki problemlere ve bacaklarını pürüzsüzleşmesinde kullanılabileceği tespit edilmiştir.

Afrika Mangosu kullanımı pratik olan ve tamamen doğal bir üründür. Güvenilir bir şekilde kilo vermek isteyen kişilerin kullanabileceği harika bir üründür. Kısa zamanda sindirme hızını yükselterek zayıflamanızı sağlamaktadır. Aynı zamanda bağışıklık sitemini güçlendirerek sağlıklı bir vücuda sahip olmanızı sağlamaktadır. Vücutsal fonksiyonların yanı sıra cilt güzelliğinde de kullanılmaktadır. Parlak bir cilde sahip olmak isteyen kişilerin veyahut belirli bölgedeki selülitlerin yok olmasını isteyen kişilerin pratik bir şekilde uygulamasıyla daha güzel bir cilde kavuşmasını sağlayabilmektedir. Satışa çıkarıldığı günden bu yana çok fazla talep edilmiştir. Birçok referansa sahip bir üründür.

 Afrika Mangosu Zayıflama Hapı

Afrika Mangosunun Keşfi

Afrika mangosu - Irvingia gabonensis2005 yılında Kamerun Üniversitesinden bilim adamları ve akademisyenler Irvingia gabonensis, yani bizim bildiğimiz adıyla Afrika mangosu üzerinde bilimsel bir deney gerçekleştirdiler. Bu deneyde birtakım kişilere afrika mangosu hapı, geri kalanına ise placebo verildi. Sonuçlar gözlendi ve titizlikle araştırıldı. Afrika mangosu alan kişiler diğerlerine göre büyük gelişme kaydederek 12 kilo kaybettiler.

O zamana kadar Afrika halkı tarafından Afrika mangosu kilo vermede ve bazı hastalıkların tedavisinde zaten kullanılmaktaydı. Bilim adamları (Judith L Ngondi, Julius E Oben, ve Samuel R Minka) bu deneyleri ile bir anlamda halk tıbbını doğrulamış oldular. Sonuçlara göre, Afrika mangosu alan deneklerde kilo vermenin dışında, kötü huylu kolestrolde düşüş, genel sağlık durumunda iyileşme ve bir miktar bölgesel incelme de sağlandı. Bilimsel araştırmanın sonuçları Lipids in Health and Disease isimli dergide yayınlandıktan sonra bu sihili meyve Afrika dışından da çok sayıda ilgili kişinin dikkatini çekmeyi başardı.

Amerikalılar da bu egzotik meyvenin eşsiz özelliklerini onayladılar ve özellikle de ünlü Doktor Mehmet öz televizyon programında Afrika mangosunda "ilaç dolabınızdaki sihir" diye bahsettikten sonra bu ürün zayıflama ve kilo verme amaçlı yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Kısa bir süre sonra da Irvingia gabonensis ülkemize geldi ve burada da büyük popülerliğe kavuştu.Tarih:Çarşamba, Mayıs 30, 2012

Irvingia Gabonensis Nedir?

white-space:nowrap;color:#ccc;height:29px;border-bottom:1px solid #000;background:transparent;font-size:13px;font-family:Arial,Sans-serif;position:relative

Çapa'da Bir Garip (Aslında Sıradan) Nöbet

   Bir şey öğrenmek için nöbet tutmak istedim. Olayımızın başlangıcı budur. Kimliğini ortaya çıkarmamak için şifreli adını kullanacağım Sedastian arkadaşımla beraber. Fikir ondan çıktı. Sosyal olarak sebebini bilmediğim bir şekilde, tek başına böyle bir şeye kalkışmak zor olacağı için ikimizin de aklına yattı bu fikir. Hemen Oğuz Kağan abimize (hocamıza?), acil nöbetinin ne zaman olacağını sorduk? 24'ünde dedi, gelelim mi dedik, gelin dedi. Gittik. Ben nereden bileyim...
   Bir gittik Acil Dahiliye'ye, sanki 3. Dünya Savaşı çıkmak üzere. Ama henüz silahlar konuşmuyor. Ben daha tansiyon ölçmesini bile bilmiyorum tabi ki. Daha önce deneyimim olmamış. Bir girdim içeri, elimde tansiyon aleti zuhur etti (?!) birden. Hop, atladık ilk hastanın tansiyonunu ölçmeye. Ters bağlmamışız meğersem, uğraş uğraş çıkamadık işin içinden eheheh. İlkinden sonrakiler çok sağlıklı oldu lakin. Kusura bakma ilk teyze, sen oldun benim ölçemediğim hasta. Ayrıca niye o kadar kilolusun yahu, bak ölçemedim o yüzden. Neyse. Akşam ilerledikçe, öğrencilerin oradaki asıl işlevi zaten anlaşılıyor. Oraya gidip de öğreneceğin şeyler, tıbbın temel uygulamaları ve ayak işleri. EKG çek, tansiyon ölç (vital bulgularla beraber), idrar sondası tak. İdrar sondası takmayı izledim iki defa, sanırım bir kadın hastaya idrar sondası takabilirim. Konu nereden nereye geldi yahu.   Benim bu akşam öğrendiğim yegane şey bu uygulamalar değil yalnız. Şunu öğrendim, ACİL'de, hastaya kibar yaklaşmaya gerek yok. Tabi ki ahlak sınırları içerisinde yaklaşacaksın ama, öyle kibar kibar konuşmaya hiç gerek yok. Aksine, biraz otoriter olmak lazım ki, şımarmasınlar. Ben devamlı "Kusura bakmayın" , "Yok dayanın biraz daha" bilmemne. Noluyor lan? İş mi bağlayacaksın hastayla? Eeee? Servisteyken kibar ol, ama acilde asla. Çünkü her yerim ağrıyor deyip de gelen bir teyze, asıl şikayetini kibarlıkla sorduğunuzda , asıl şikayetinin her yerinin ağrıması olduğunu kızarak söyleyince, kelimelerin gücü ortadan kalkıyor.    Gece 1'de doğru ayrıldık nöbet yerinden. En yoğun saatleri atlattık keza. Ayaklarımızda da biricik şişkinliklerimiz oluştu. Yatarak geçirilebilecek... Sedastian ile olay mahallinden ayrıldık, biz gittikten sonra orada kalan bir arkadaşımız ise, biz gittikten sonraki kıyametten bahsetti. Bir hasta akını olmuş acile (zerg rush?). Sedyeler yetmemiş, o da gitmiş oradan buradan sedye getirmiş. İyi kurtulmuşuz, sonra da bir güzel uyumuşuz. Ertesi gün de , tırt da olsa, nöbet ertesiydik ehuahGönderenMeneSzaman:12:49

Aynalı Barikatlar - Murat Menteş (1. kısım)

  Haftalardır yazmak istediğim Aynalı Barikatlar ile karşınızdayım. (Kimin?!) Tabi ki kitabı ben yazmadım, Murat Menteş yazdı. Ben sadece hoşuma giden yerleri , kendisinden izin almadan , büyük bir ahlaksızlık ve edepsizlik ile kitaptan teşyi edecek, sanal aleme taşıyacağım. Hadi bakalım.
  Yine parça parça yazacağım. Daniel amcanın notlarının ikinci kısmına yine bir akşam devam edeceğim inşallah. Şimdilik Murat Menteş ile yetinin. Bunun baya bir kısmı var üstelik. Artık kim okuyacaksa ehuehaue. Hiçbirisini okumasanız bile (kimler okumasa?!) en azından 4 ve 5'e bakılmalı bence. Sen bak olur mu Enes?  Peki MeneS, sen istedin diye bakacağım.  Oooo kırmızı renk yapmışız hayırlı olsun.  Ben de değişiklik yapıyorum işte hayatımda küçük küçük. Önce kırmızı ile başlayacağım, sonra puntolarımı büyüteceğim. Gün gelince bu blog benim olacak ve sen MeneS; sen benim blogumun alt karakteri olacaksın.  Bitti mi?  Isırılarak yenmiş, hunharca ezilmiş, ortasındaki sakız ise çoktan sindirilmiş bir lolipop kadar bitti.  Gidebilirsin.
   1-) "Küreselleştirilmiş dünyada terör estirmek bir lükstür. Benzer şekilde, lüks yaşam tarzı da terörün öncelikli türüdür. Kitleleri korkutarak ve çaresizleştirerek gütme lüksüne sahip kimseler , lüks bir yaşam tarzını sürdürme imkanını da ellerinde tutuyorlar. Lükse kelimesi, sözlüklerde 'çok zevk veren, gösterişli, çok rahat ve fazla bolluk' ifadeleriyle karşılanıyor. Dünya sistemi, birilerinin daha çok zevk alması , daha gösterişli bir hayat yaşaması, daha çok rahat etmesi, daha fazla mala mülke kavuşması için başka birilerinin hiçbir şey sormadan daha çok çalışmasını gerektiriyor. Köleliğin gereğini yerine getiremeyenler, hizmette kusur edenler,dikkafalılar ise nükleer dezenfektanlarla temizleniyorlar. Tüketim kültürünün tüm dünyaya yayılması dolayısıyla, ellerine geçenle asla yetinmemeye programlanmış insanlar, çalışmaya devam ediyorlar. Öte yandan, büyük patronlar, çalışanların işi bırakmalarına zemin hazırlayacak herhangi bir hata yapmaktan özenle sakınıyorlar. İnsanlar ekonomik ideallerine ulaşabilmek için birbirleriyle yarışırlarken, lüks tüketimin önündeki vicdanı engeller de kaldırılıyor. Bir kadın, Gucci'den bir çift ayakkabı satın aldığı zaman, sadece hemcinslerine hava atma fırsatına kavuşmuş ve onları ekarte etmiş olmuyor; dünyadaki bütün kadınları geride bırakıyor. Geride kalan kadınlar arasında,hayatında hiçbir zaman ayakkabı satın alamayan ve kucağında açlıktan ölen çocuğunu taşıyan Afrikalı anneler de var. Lüks tüketimin, zenginler arasında sürüp giden eğlenceli ve masum bir yarış olduğu fikrine katılmak, kapitalist bir yanılsama içinde uyuşmaktır."
 2-) "Aynalar

Vaadler

  Bu kaçıncı olacak artık bilmiyorum, Murat Menteş'in Aynalı Barikatlar adlı kitabından sevdiğim yerleri Çekmeköy'e gelince , geçirecektim sanal ortama. Ama yine kitabı Çapa'da unuttum. Al bir de buradan yak bakalım. Kitap demişken, İhtiyar Balıkçı'yı bitirdim yolda gelirken. Kısa bir öykü. İyi miydi? İyiydi.GönderenMeneSzaman:19:40

Bir Khajiit'in Günlüğü - 1

  Geçmişim geride kaldı artık. Ejderha avladığım günler, dilimden düşmeyen ejderha dilindeki kelimeler, çalmalar, çırpmalar... İnsanlara kahraman gibi görünürken aslında ceplerindeki (hatta parmaklarındaki!) yüzükleri çalmalar... Hepsini geride bıraktım. O hayatın bana getirisi konusunda derin şüphelere sahiptim zaten. Her şey bittikten, hatta Alduin'i bile yendikten sonra, zırhımı tozlu sandığımın içine attım. Tozların hapsine giren sadece zırhım değildi. Vurunca alevler saçan kılıçlarım, nice boyun görmüş hançerlerim ve kendisini her kullandığımda bir kişinin hayatını mahveden yayım. Bunlar bir alet edevat değildi benim için. Karlı dağlardaki yolculuklarımda, en derin mağaraların en karanlık köşesinde bana eşlik eden yoldaşlardı. Şimdi düşünüyorum da, bu yoldaşlıktan pek mutlu olmamaları gerekiyor. O hançeri tutan ellerim çoğu zaman bir başkasının cebinden çalınmış yüzüklerle donatılıydı. O hançer bile çalıntı olabilirdi hatta! Hatırlamıyorum bile...
   Tüm pişmanlıklarımla beraber geçmiş hayatımı gömdüğüm sandıkta kim bilir daha neler vardı. Dönüp bakmadım bile. Son eşyamı da (kan kırmızısı bir elmas. Satın alabilecek kadar parası olan tüccar olmadığı için satamadım kendisini) sandığa koyduktan sonra odamın bir köşesinde, kendisini gölgelerin yanına bıraktım. O gölgeler benim geçmişimi silmeyecek belki, ama o eşyalardan yayılan kötülüğü bir nebze olsun durdurabilir.
   Her şey geride kaldıktan sonra kendime sağlam bir yay aldım. Ateşler saçan ve ölüm kusan, ince işlemeli yaylardan sonra, basit bir demirci yayını kullanmak zorunda kalmak içimi biraz burktu. Ama buna alışmam gerekiyordu, çünkü yeni hayatımı bir avcı olarak sürdürmeyi düşünüyordum. Sadağımı dolduracak kadar da ok aldıktan sonra, kendimi havaya sokmuştum. Artık bir avcıydım! Artık haydut öldürmeyecek, geceleri masum insanların evine girip değerli eşyalarını çalmayacaktım. Skyrim'de ırkıma karşı kötü bir öngörü olsa da umrumda değildi.
   İlk gün her şey o kadar güzel geçti ki. Savaşmadığım uzun süre boyunca gerileyen reflekslerim, sanki bir patlama ile geri geldi. Gözüme kestirdiğim her geyik, daha ne olduğunu anlamadan ikinci oku yiyerek yere düştü. İlk defa öldürdüğüm bir canlının para kesesine bakmak zorunda değildim, değerli eşyaları var mı yok mu diye kontrol etmek zorunda da değildim. Tek yaptığım, hayvanın yanına giderek onun derisini yüzmekti. Hatta hayvanın eti yeterince güzelse, bir kısmını akşam yemeği için kendime ayırıp, bir kısmını da satabilirdim. Çok para değil tabi ki, ama günlük harcamalarımı yeterince karşılayacak seviyede.
   Ama geçmişim burada da peşimi bırakmadı. Öğle saatlerine doğru, bir nehrin yanında dinlenirken saldırıya uğradım! Bana saldıran kişinin bir suikastçi olduğunu biliyordum. Geçmişte sinirini bozduğum birilerinin intikamıydı belli ki. Irkımın bana bahşettiği keskin gözlerimle bana gizlice yaklaşmaya çalışan bu budalayı daha 100 metre öteden farkettim. Yayım, kıvraklık konusunda sıkı bir eğitim aldığı belli olan bu kahpeye karşıyı etkisiz olacağı için sırtımda durdu. Yerine, yine şehrin demircisinden aldığım hançerleri çıkardım. Standart ordu yapımı... Ama dengesi oldukça iyi tutturulmuş.
   Normal şartlar altında, bir suikastçinin elindeki iki kılıca karşı iki bıçağın şansi çok azdır. Ama geçmişti bu tiplerden aynı anda 3'üyle dövüştüğüm için pek umursamadım bu küçük ayrıntıyı. Üzerime savurduğu ilk darbeden bir ustanın kıvraklığı ile kurtuldum ve bunu yaparken topuklarımın üstünde durmamaya gayret ettim.  Hareketimin yarattığı şaşkınlıktan kurtulduktan sonra, sol elindeki kılıçla alttan bir savurma yapan Argonian'ın eline hızlıca bir tekme atarak hevesini kursağında bıraktım. Bunu öfkeye dönüştüren Argonian'ın sağ elindeki kılıcı ile yaptığı batırma hamlesi ise daha da hantal ve bir o kadar başarısızdı. Tekmeden aldığım ivme ile batırma hamlesinden kurtulduktan sonra hançerlerimin kabzası ile o çirkin suratına sağlı sollu iki tane vurdum ve göğsüne attığım tekme ile kendisini yerde buldu. Eğer benimle birkaç ay önce karşılaşmış olsaydı, boynundaki açacağım ince çizgi onun sonu olurdu. Ama kendisini öldürmek istemiyordum ve bu hareketimle beni anlamış olduğunu ümit ediyordum. Anlamadı. Aradaki mesafeyi koruyarak yerden kalktı. İçindeki tüm öfke (ve acemilik) ile iki kılıcı birbirine sürttüğünde çıkan yeşil parlamayı gördüm. O kılıçlar ile açılan bir çizik bile benim sonum olabilirdi. Neden sanki SADECE geyik avlayamıyordum ki?! Bu düşünce, geyiklere yöneltemediğim tüm konsantrasyonu ellerimde topladı. Hançerlerin kabzasını tutan tüylü ellerim , sıkmaktan bembeyaz oldu. Eğer Argonian bu küçük ayrıntıyı farketseydi daha da temkinli yaklaşırdı. Ama rakibindeki küçük ayrıntılara dikkat etmeyen bir zavallının , buna da dikkat etmeyeceğini düşündüm. Haklı çıktım. Her hamlesinde ne kadar ölümcül açıklar verdiğini bu sayfaya yazamam bile. Dövüş boyunca, sadece savunma yaparak onun tek dizini kırabilir, dışarı açılan solungaçlarından birini kanla doldurabilir, iki omzunu parçayabilir, sol kolunu, dirsekten itibaren koparabilir, sağ elini ise kullanılmayacak şekilde sakat bırakabilirdim. Ama yapmadım. Geçmişten kalan bir şey olsa gerek. Karşı taraf sizden güçsüzce onunla oynarsınız. Ben de öyle yaptım. Sonunda o duyguların bir daha depreştiğini hissettim dövüş anında. En iyi olma , herkesi yenme duygusunun... Korktum. Benden geriye kalanların da, yine bu şekilde yok olup gitmesine izin veremezdim. İki kılıcıyla aynı anda bir yay çizdiği anda eğildim ve kendisine çelme taktım. İşi uzatmanın anlamı yoktu, boynuna geçirdiğim hançer ölümlerin en hızlısını Argonian'a sundu. Solungaçları kanla dolarken, gözlerindeki "anlam"ın yitirilişini gördüm ve lanet ettim tekrar geçmişime. Ceplerine bakmadım... Kesesini yoklamadım...
   Winterrun'a döndüğümde elimdeki etleri ve derileri tüccara sattıktan sonra, eve geçtim. Elimdeki kan geyik kanı değildi sadece. O Argonian'ın da kanı değildi. Öldürüp cesedin suya attığım muhafızın, yolunu kestiğim varlıklı bir elfin, benle karşılaşma şanssızlığına sahip olmuş herkesin kanıydı...GönderenMeneSzaman:15:52

Buyuk Pismanliklar

Hayatimda en cok pisman oldugum bir kac sey var.
- Lisede, her gun 2 saat serviste yolculuk ederken mal mal disariyi seyretmem. İnsan alir kitap okur degil mi salak?! Evine gidince oynayacagin oyunu dusuncegine, oyunlardaki guzel kizlari dusuncegine, ogle yemegine yiycegin snitzeli dusuncegine, alacagin bilgisayarin hayallerini kuracagina, ac Dostoyevski oku. Hiyar. Dangalak.
- Bir de ikinci siniftaki halime sunu derdim : Fizyolojiyi ogren. Simdi hem dahiliye hem de ayni zamanda fizyoloji kasiyorum. Lanet olsun.GönderenMeneSzaman:01:26


Belki de, o kadar da kötü değildir...

  En sevdiğim dersin Etik olduğundan bahsetmiştim yakın zaman içinde ("Nasıl Güzel Yazı Girişi Yazılmaz?"). Dersin ne kadar hoşuma gittiğini yalnız kalbime hapsetmeyeyim dedim, dersin hocası Hakan Ertin'e de açayım dedim duygularımı. Yazının eğer ilk cümlesini okumaz iseniz ortada yanlış bir şeyler döndüğünü düşünebilirsiniz. Ama merak etmeyin, dönen tek şey, içinde bulunduğunuz dünyadır bey ve hanımefendiler. Dediğim gibi, mail attım Hakan hocaya. Sonra da cevap geldi!!! Daha önce, hayatımda, akademik kariyeri olan hiç kimseye mail atmamıştım. Bir de atmışım, cevap gelmiş! Zihnimde nasıl barikatlar kurduysam artık hocalar ve öğrenciler arasında. Niye hep konudan sapıyorum ya? Tellere sarılan sarmaşık kadar bile iradeli değilim arkadaş, olaya bak.
  Velhasılkelam (yanlış yazdım) , bugün hem 3.sınfıın son dersi ve hem de Etik dersinin son saati olması ünvanını elinde tutan Etik dersine girdim (başka bir ders olmasını beklemiyordunuz herhalde). Ders çıkışı da gittim, hocayla tanıştım. Bir hocayla ayaküstü 2 -3 dakika sohbet ettim. Üstelik öyle normal bir adam da değil, ne bileyim, çok seviyorum bu adamı (inşallah görmez bunu ehuah). İçim dışım organik yapılar, hastalıklarla doluyken, kafamı çalıştırdığım tek ders etik. Tıbbi konularla ilgili, ama bir o kadar da evrensel bakış açıları ile olaya yaklaşabildiğimiz saatlerdi hepsi. Zaviyemiz bir hastanenin penceresi değil, beynimizin içindekiler, bize ait olan fikirlerimizdi. Duygulandım bak şimdi ühüh.
  Olur da bu yazıyı okuyan birileriniz varsa İTF 2. sınıf öğrencileri, Hakan Ertin'in derslerine lütfen girin. AYRICA, mümkün olduğu kadar çok kişiyi de "abi etik zaten tırt ya , hoca soruları da veriyor zaten" diyip de ayartın. Bırakın gitsinler, kafalarını doldursunlar. Siz, kafanızı çalıştırın.
 GönderenMeneSzaman:21:13