18 Haziran 2012 Pazartesi

Bir Khajiit'in Günlüğü - 1

  Geçmişim geride kaldı artık. Ejderha avladığım günler, dilimden düşmeyen ejderha dilindeki kelimeler, çalmalar, çırpmalar... İnsanlara kahraman gibi görünürken aslında ceplerindeki (hatta parmaklarındaki!) yüzükleri çalmalar... Hepsini geride bıraktım. O hayatın bana getirisi konusunda derin şüphelere sahiptim zaten. Her şey bittikten, hatta Alduin'i bile yendikten sonra, zırhımı tozlu sandığımın içine attım. Tozların hapsine giren sadece zırhım değildi. Vurunca alevler saçan kılıçlarım, nice boyun görmüş hançerlerim ve kendisini her kullandığımda bir kişinin hayatını mahveden yayım. Bunlar bir alet edevat değildi benim için. Karlı dağlardaki yolculuklarımda, en derin mağaraların en karanlık köşesinde bana eşlik eden yoldaşlardı. Şimdi düşünüyorum da, bu yoldaşlıktan pek mutlu olmamaları gerekiyor. O hançeri tutan ellerim çoğu zaman bir başkasının cebinden çalınmış yüzüklerle donatılıydı. O hançer bile çalıntı olabilirdi hatta! Hatırlamıyorum bile...
   Tüm pişmanlıklarımla beraber geçmiş hayatımı gömdüğüm sandıkta kim bilir daha neler vardı. Dönüp bakmadım bile. Son eşyamı da (kan kırmızısı bir elmas. Satın alabilecek kadar parası olan tüccar olmadığı için satamadım kendisini) sandığa koyduktan sonra odamın bir köşesinde, kendisini gölgelerin yanına bıraktım. O gölgeler benim geçmişimi silmeyecek belki, ama o eşyalardan yayılan kötülüğü bir nebze olsun durdurabilir.
   Her şey geride kaldıktan sonra kendime sağlam bir yay aldım. Ateşler saçan ve ölüm kusan, ince işlemeli yaylardan sonra, basit bir demirci yayını kullanmak zorunda kalmak içimi biraz burktu. Ama buna alışmam gerekiyordu, çünkü yeni hayatımı bir avcı olarak sürdürmeyi düşünüyordum. Sadağımı dolduracak kadar da ok aldıktan sonra, kendimi havaya sokmuştum. Artık bir avcıydım! Artık haydut öldürmeyecek, geceleri masum insanların evine girip değerli eşyalarını çalmayacaktım. Skyrim'de ırkıma karşı kötü bir öngörü olsa da umrumda değildi.
   İlk gün her şey o kadar güzel geçti ki. Savaşmadığım uzun süre boyunca gerileyen reflekslerim, sanki bir patlama ile geri geldi. Gözüme kestirdiğim her geyik, daha ne olduğunu anlamadan ikinci oku yiyerek yere düştü. İlk defa öldürdüğüm bir canlının para kesesine bakmak zorunda değildim, değerli eşyaları var mı yok mu diye kontrol etmek zorunda da değildim. Tek yaptığım, hayvanın yanına giderek onun derisini yüzmekti. Hatta hayvanın eti yeterince güzelse, bir kısmını akşam yemeği için kendime ayırıp, bir kısmını da satabilirdim. Çok para değil tabi ki, ama günlük harcamalarımı yeterince karşılayacak seviyede.
   Ama geçmişim burada da peşimi bırakmadı. Öğle saatlerine doğru, bir nehrin yanında dinlenirken saldırıya uğradım! Bana saldıran kişinin bir suikastçi olduğunu biliyordum. Geçmişte sinirini bozduğum birilerinin intikamıydı belli ki. Irkımın bana bahşettiği keskin gözlerimle bana gizlice yaklaşmaya çalışan bu budalayı daha 100 metre öteden farkettim. Yayım, kıvraklık konusunda sıkı bir eğitim aldığı belli olan bu kahpeye karşıyı etkisiz olacağı için sırtımda durdu. Yerine, yine şehrin demircisinden aldığım hançerleri çıkardım. Standart ordu yapımı... Ama dengesi oldukça iyi tutturulmuş.
   Normal şartlar altında, bir suikastçinin elindeki iki kılıca karşı iki bıçağın şansi çok azdır. Ama geçmişti bu tiplerden aynı anda 3'üyle dövüştüğüm için pek umursamadım bu küçük ayrıntıyı. Üzerime savurduğu ilk darbeden bir ustanın kıvraklığı ile kurtuldum ve bunu yaparken topuklarımın üstünde durmamaya gayret ettim.  Hareketimin yarattığı şaşkınlıktan kurtulduktan sonra, sol elindeki kılıçla alttan bir savurma yapan Argonian'ın eline hızlıca bir tekme atarak hevesini kursağında bıraktım. Bunu öfkeye dönüştüren Argonian'ın sağ elindeki kılıcı ile yaptığı batırma hamlesi ise daha da hantal ve bir o kadar başarısızdı. Tekmeden aldığım ivme ile batırma hamlesinden kurtulduktan sonra hançerlerimin kabzası ile o çirkin suratına sağlı sollu iki tane vurdum ve göğsüne attığım tekme ile kendisini yerde buldu. Eğer benimle birkaç ay önce karşılaşmış olsaydı, boynundaki açacağım ince çizgi onun sonu olurdu. Ama kendisini öldürmek istemiyordum ve bu hareketimle beni anlamış olduğunu ümit ediyordum. Anlamadı. Aradaki mesafeyi koruyarak yerden kalktı. İçindeki tüm öfke (ve acemilik) ile iki kılıcı birbirine sürttüğünde çıkan yeşil parlamayı gördüm. O kılıçlar ile açılan bir çizik bile benim sonum olabilirdi. Neden sanki SADECE geyik avlayamıyordum ki?! Bu düşünce, geyiklere yöneltemediğim tüm konsantrasyonu ellerimde topladı. Hançerlerin kabzasını tutan tüylü ellerim , sıkmaktan bembeyaz oldu. Eğer Argonian bu küçük ayrıntıyı farketseydi daha da temkinli yaklaşırdı. Ama rakibindeki küçük ayrıntılara dikkat etmeyen bir zavallının , buna da dikkat etmeyeceğini düşündüm. Haklı çıktım. Her hamlesinde ne kadar ölümcül açıklar verdiğini bu sayfaya yazamam bile. Dövüş boyunca, sadece savunma yaparak onun tek dizini kırabilir, dışarı açılan solungaçlarından birini kanla doldurabilir, iki omzunu parçayabilir, sol kolunu, dirsekten itibaren koparabilir, sağ elini ise kullanılmayacak şekilde sakat bırakabilirdim. Ama yapmadım. Geçmişten kalan bir şey olsa gerek. Karşı taraf sizden güçsüzce onunla oynarsınız. Ben de öyle yaptım. Sonunda o duyguların bir daha depreştiğini hissettim dövüş anında. En iyi olma , herkesi yenme duygusunun... Korktum. Benden geriye kalanların da, yine bu şekilde yok olup gitmesine izin veremezdim. İki kılıcıyla aynı anda bir yay çizdiği anda eğildim ve kendisine çelme taktım. İşi uzatmanın anlamı yoktu, boynuna geçirdiğim hançer ölümlerin en hızlısını Argonian'a sundu. Solungaçları kanla dolarken, gözlerindeki "anlam"ın yitirilişini gördüm ve lanet ettim tekrar geçmişime. Ceplerine bakmadım... Kesesini yoklamadım...
   Winterrun'a döndüğümde elimdeki etleri ve derileri tüccara sattıktan sonra, eve geçtim. Elimdeki kan geyik kanı değildi sadece. O Argonian'ın da kanı değildi. Öldürüp cesedin suya attığım muhafızın, yolunu kestiğim varlıklı bir elfin, benle karşılaşma şanssızlığına sahip olmuş herkesin kanıydı...GönderenMeneSzaman:15:52

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder